Zeitgeist: Almanca Zeit (zaman) ve Geist (tin/ruh) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu kavram, belirli bir tarihi dönemi karakterize eden genel düşünce yapısını, zihni tutumu ve hakim anlayışı ifade eder. Türkçeye “zamanın ruhu” olarak çevrilebilir.
Yalnızca bireylerden değil, bir çağın ortak duyarlılık ve zihinsel ikliminden bahseden bu kavramın kökeni, 18. yüzyıla kadar uzanmakta olup ilk defa Alman düşünür Johann Gottfried Herder tarafından kullanılmıştır.
Herder, Kritische Wälder oder Betrachtungen, die Wissenschaft und Kunst des Schönen Betreffend (1769) adlı eleştirisinde, Christian Adolph Klotz’un 1760 tarihli genius saeculi (yüzyılın ruhu) kavramına karşılık olarak “Zeitgeist” ifadesini bir çeviri ve kavramsallaştırma olarak sunar.
Tarih boyunca her dönemin kendine ait bir Zeitgeist’ı olmuş, o çağın kültürel kod ve toplumsal eğilimlerini şekillendirmiştir. Örneğin Rönesans’ta hümanizm ve antik kültüre dönüş öne çıkarken Aydınlanma Çağında akıl, bilim ve özgürlük ön planda olmuştur. Günümüz postmodern ve dijital çağında ise Zeitgeist; görünürlük, şeffaflık ve performans kültürü etrafında şekillenmektedir.
Hepimizin kullandığı sosyal medya platformları aracılığıyla bireyler sürekli izlenme ve kendini sergileme kaygısı taşımaktadır. Byung-Chul Han’ın “şeffaflık toplumu” kavramı ışığında, bu görünürlük odaklı çağın Zeitgeist’ı; başta özgürleşme vaadiyle sunulmuş olsa da, bireyleri yalnızlaştıran ve mahremiyetin ortadan kalktığı bir kültürel iklime dönüşmüş ve yeni bir disiplin ve kontrol mekanizması haline gelmiştir.
Bu yazıda, günümüz toplumu, Byung-Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu kavramı çerçevesinde ele alınacak; sosyal medya, görünürlük ve performans kültürü üzerinden modern Zeitgeist incelenecektir.
Şeffaflık Toplumu
Byung-Chul Han’ın Şeffaflık Toplumu kavramı, modern bireyin yaşamını belirleyen baskın toplumsal ve kültürel yapıyı açıklamak için geliştirilmiştir. Han’a göre bu toplumda her şey görünürlük üzerinden değerlendirilir; bireyler sürekli kendilerini sergilemek ve ölçülen başarılarıyla değer kazanmak zorundadır.
Bu süreç, mahremiyetin azalması ve bireysel özgürlüğün bir tür görünürlük baskısına dönüşmesi ile özdeşleştirilebilir. Kavram, Han’ın 2012 Die Transparenzgesellschaft (çev. Haluk Barışcan, Metis Yayınları 2017) adlı eserinin bir bölümünde detaylı olarak ele alınmıştır. Bu eser; günümüz sosyal medya, performans ve sürekli izlenme odaklı kültürünü analiz etmek için önemli bir çerçeve sunar.
Şeffaflık Toplumu – Byung-Chul Han (Metis Yayınları)
Günümüzde sosyal medya platformları, bireylerin sürekli olarak kendilerine sergilemelerine olanak tanır. Kullanıcılar, paylaştıkları içeriklerle toplumsal onay arayışına girerler ve bu durum, bireylerin içsel değerlerinden ziyade, dışsal onaylara dayalı bir varoluş biçimine yöneldiklerini gösterir.
Şeyler ancak görüldükleri zaman bir değer kazanırlar.
(Han, 2017)
Sosyal medya,bireylerin kendilerini sürekli olarak sergilemelerini teşvik ederken, aynı zamanda mahremiyetin azalmasına ve bireysel özgürlüğün bir tür görünürlük baskısına dönüşmesine neden olmaktadır.
Han’a göre şeffaflık, modern toplumun en baskın ilkesi haline gelmiştir. Her şeyin açık, görülebilir ve erişilebilir olduğu varsayılır. Ancak, bu özgürleştirici bir açıklık değil; sürekli ifşa etmeyi zorlayan ve onları denetlenebilir kılan bir mekanizmadır. Şeffaflık, bilgi ve güvenlik adına dayatılır ama aslında kontrol ve disiplin üretir. Bu kontrol mekanizmasını açıklarken de Jeremy Bentham’ın panoptikon kavramından yararlanır.
Panoptikon
Panoptikon, 1787 yılında, İngiltere’de genç yetişkinler arasında artan suç oranlarının önüne geçilmesi amacıyla düzenlenmiş bir hapishane modelidir. Dairesel bir bina ve ortasında tüm hücreleri görebilecek bir gözetleme kulesinden oluşan bu yapıda, mahkumlar gardiyanı göremez, ancak sürekli izleniyor olabileceklerinin bilincindedirler. Bentham’a göre bu yapı “içselleştirilmiş disiplin” yaratır.
1975 yılına gelindiğinde ise Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu adlı eserinde panoptikonu sadece mimari bir tasarım değil, modern toplumda iktidar ve gözetim mekanizmalarının işleyişini açıklayan bir metafor olarak kullanır.
Michel Foucault – Hapishanenin Doğuşu (İmge Kitabevi)
Chul Han, şeffaflık toplumunu açıklarken Foucault’un metaforunu günümüze göre uyarlar, sosyal mecraları dijital bir panoptikon olarak yorumlar; artık dışarıdan bir gardiyana gerek yoktur, bireyler birbirlerini ve kendilerini şeffaflık ve gönüllü ifşa yoluyla gözetler. Birey sürekli göz önünde olma ihtimaliyle hareket eder. Oysa, insan deneyiminin ve estetiğin özü gizde yatar. Burada Han, yontulmuş ve örtülü bir heykel üzerinden bir örnek verir:
Örtülü bir figür kelimeyi erotikleştirir, onu arzunun nesnesi hâline getirir… çıplaklık ise tüm cazibesini alır, düzleştirir.
(Han, 2017)
Yani tamamen ifşa edilen, her zaman görülen şey çekiciliğini ve derinliğini kaybeder. Dijital panoptikonların dayattığı görünürlük bireyleri basitleştirir. Kişi, varlığını kanıtlamak için devamlı kendini sergilemek zorunda kalır. Görünürlük, değer ile özdeşleşmiş ve görünmeyen şeyler “yok” sayılmaya başlanmıştır. Bu durum bireylerin, başkalarının bakışlarına bağımlı hale gelmelerine yol açar.
Burada mahremiyetin kaybından da bahsedilebilir. Özel ve kamusal alan kavramları sınırlarını yitirmeye başlamış; kişisel bilgi, duygu ve hatta en mahrem deneyimler bile sosyal ağlarda sergilenmeye başlanmıştır.
Byung-Chul Han, çağdaş toplumu dijitalleşme, kapitalizm ve kültür eleştirileri üzerinden inceleyen Güney Kore asıllı Alman filozof ve kültür bilimcidir.
Han, mahremiyetin kaybını toplumsal yaratıcılığı zedeleyen bir süreç olarak görür. Çünkü mahremiyet olmadan farklılık, sır, mesafe ve özgünlük de yok olur. Yani artık bir kişinin düşünce yapısını tanıyabilmek, nelerden hoşlandığını görmek için onunla zaman geçirmenize veya sırlarını ortaya çıkarması için açılmasını beklemenize gerek yoktur.
Kendini Işıklandırma
Bu bağlamda Han, kendini ışıklandırma kavramını da kullanır; kişi sosyal mecralar aracılığıyla kendini adeta bir sahneye çıkarır ve sürekli başkalarının bakışlarına maruz bırakır. Işıklandırma, gönüllü gözetim ve içselleştirilmiş disiplin mekanizması olarak iş görür.
Kendini sürekli görünür kılmak ve ışıklandırmak, şeffaflık toplumunda özgürlük vaadi olarak sunulsa da, aslında bireyi kendi performansına hapseden bir gözetim biçimine dönüşür.
(Han, 2017)
Yani kendini sürekli olarak ışıklandıran bireyler zaman geçtikçe o ışığı geçirir hale gelir ve şeffaflaşır.
Kendini Işıklandırma
Günümüz kültürel iklimi, sürekli şeffaflık ve görünürlük talebi üzerine kuruludur; bu durum birey ve toplum üzerinden mahremiyetin kaybı, performans baskısı gibi birçok olumsuz etki yaratır.Bu görünürlük ve ışıklandırma olgusu, yalnızca bireysel düzeyde etkili değil, toplumsal ilişkileri ve kültürel üretimi de şekillendirir. Sosyal medya ve dijital platformlar, bireylerin hem kendi hayatlarını hem başkalarının hayatlarını sürekli ölçümlemelerine yol açar; beğeni, takip ve paylaşım sayılarıyla bir tür toplumsal değer sistemi kurulur. Böylece şeffaflık toplumunun sunduğu özgürlük vaadi “bireylerin kendi kendilerini disipline etmeye zorlayan en güçlü içselleştirilmiş mekanizmaya” dönüşür.
Kaynakça
- Akçakaya, N. (2018). Şeffaflık toplumu. Sosyoloji Divanı, 11, 337–343.
- Berlin, I. (2013). The roots of romanticism.
- Friedl, H. (2018). Spirit of time / Spirit of place.
- Han, B.-Ch. (2017). Şeffaflık toplumu [Die Transparenzgesellschaft] (H. Barışcan, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.