Performans Kelimesinin Etimolojisi
Performans kelimesinin etimolojik kökenine baktığımızda ‘to perform’ yani ‘icra etmek, gereğini yerine getirmek’ anlamına geldiğini görmekteyiz. Fransızca’da ‘parformer’ yani ‘usulüne göre yapmak’ anlamına gelmektedir. Ön ekinin devamına baktığımızda ‘form’ kelimesi bizleri, şekil ve biçim kavramlarına götürecektir. Performans kelimesi uzun yıllardır kullanılan bir kelime olmasına rağmen bu kelimenin sanat alanında karşımıza çıkması, 1960’lar ve sonrasına tekabül etmektedir. Performans sanatında, geleneksel sanattan farklı olarak biçim farklılığı dikkatimizi çekmektedir. Burada izleyici önünde canlı olarak icra edilen; metinden bağımsız bir şekilde anlık gerçekleşen çoğunlukla doğaçlama olabilen performanstan söz etmekteyiz.
Bu anlamların yanı sıra performans sanatlarında, ‘tamamlama’ anlamı da bulunmaktadır. Bu yönüyle bütünlükçü/bütünleyici yapısından söz edebiliriz. Yapıtlar, özel becerilerden ve işlevlerden bağımsız olarak var olur ve seyirciyle birlikte tamamlanır. Seyirciyle birlikte tamamlanma yönünden ele alacak olursak, performans sanatlarını Bertolt Brecht’in Epik Tiyatro Kuramı ile bağdaştırabiliriz.
Performans Sanatları Üzerine
Frank Skinner’a göre performans sanatları, “kalbinde sosyal eleştiri yatan” dünyayı nasıl algıladığımızı sorgulatan ve bizlerin dünyadaki yerini sorgulamasını sağlayan bir araçtır. Performansta özellikle iki ögeden bahsedilir: Özne ve Mekan. Bu ögeler pekala çoğaltılabilirdir: Zaman, imajlar, formlar gibi. Bahsi geçen ‘mekandan’ kasıt bedeni sınırlandırmayan bir mekandır. Hasan Bülent Kahraman bedenin sınırı olarak ‘deriyi’ göstermektedir. Bahsedilen aslında uzamsal bir mekandan ziyade zihinseli içeren bir mekandır. Burada bedenin mekanın sınırlarını yok etmesi, sınırlara müdahale etmesi, onları biçimlendirmesi ile karşı karşıya kalırız.
Fluxus Akımı
Performans sanatlarına John Cage örneği ile başlamak bizleri Fluxus akımının başlangıcına götürecektir. John Cage, piyanonun tellerini birbirine bağlayarak ve aralarına çeşitli objeler, lastik, tokmak, tahta gibi, ekleyerek piyanonun geleneksel tınısında değişiklik yaratan bir müzisyendir. Kendi ürettiği bu piyanoyla pek çok kez sahne almıştır. Fakat Cage için kırılma noktası 1952’de yapmış olduğu 4’33” isimli performansıdır. Bu performansta müzisyenler, sahneye çıkar ve 4 dakika 33 saniye boyunca hiçbir şey çalmadan hareketsiz bir şekilde durmuşlardır. Cage bazen piyanoya yönelmiş, notalarını düzenlemiştir ama 4 dakika 33 saniye boyunca çalmamıştır. Bu performans boyunca aslında bir “sessizlik” oluşmadığını, seyircilerin çevreden sesler duymaya devam ettiğini göstermiştir. Yani seyirci performansa dahildir ve burada gördüğümüz şey aslında müzisyenler hareketsiz olsa bile ortada olan bir sesin varlığıdır. Cage’in bu performansı genel sanat anlayışının ve estetiğin oldukça dışındadır. Bu sebeple oldukça tartışmalı bir konu haline gelmiştir.
Ülkemizden bir örnekle devam edecek olursak, tiyatro, modern dans ve performans sanatçısı Erdem Gündüz’den bahsetmek mümkün. Aslında kendisini Gezi Olayları döneminden tanımaktayız. Erdem Gündüz, Gezi’nin “Duran Adam” ikonunu oluşturan kişidir. Yüzü AKM’ye dönük bir şekilde saatlerce ayakta bekleyerek gerçekleştirdiği performans sanatı, kısa sürede yankı uyandırmış ve devam eden günlerde pek çok kişinin katılımıyla devam eden bir duruşa dönüşmüştür.
Bir diğer performans örneği olarak maalesef çoğumuzun kadın cinayetleri sebebiyle aklına kazınmış bir isim olan Pippa Bacca. İtalyan performans sanatçısı Bacca, “Barış Gelini” adıyla arkadaşıyla birlikte “Dünya Barışı” için 8 Mart 2008’de Milano’dan yola çıkmıştı. Hedefleri Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin güzergahından ilerleyip Tel Aviv’de noktalanan bir yolculuktu. Fakat Bacca, Kocaeli’ne tecavüze uğradı ve boğularak vahşi bir şekilde öldürüldü. Yolculuk başladığında, “ Beraberimizde yolculuk boyunca üzerimizde birikecek tüm kirle birlikte götüreceğimiz tek elbise beyaz gelinlik olacak.” demişlerdi. Beyaz gelinlik farklı kültürlerde farklı sembolik anlamlara sahip olmasına rağmen tüm dünyayı ortak paydada buluşmaya davet eden bir sosyal içerikle performansa dönüşmüştür. Üzülerek söylemek gerekir ki, bu güzel ve ince düşünülmüş performansın engellendiği nokta ülkemiz olmuştur.
Performans sanatının en önemli isimlerinden biri olan Marina Abravomic’in “Rhythm 0” performansı ise dönemin performans sanatı anlayışını en üst noktalara taşıyan eserlerden biridir. Abramovic performanslarıyla fiziksel ve zihinsel sınırları oldukça zorlamıştır ve bu sınırlar üzerine araştırmalar yapmıştır. Performansı Rhythm 0’da izleyici ve performans sanatçısı arasındaki ilişkinin limitlerini ölçmek hedeflenmiştir. 6 saatlik performans boyunca pasif rol üstlenen Marina Abramovic, seyircinin kendi üzerine ne kadar oynayabileceğini tüyler ürpertici bir performans ile ölçmek istemiştir. 72 objenin bulunduğu bir masada aslında insanların enerjisinin sınırsızlığını, ne kadar daha ileri gidilebileceğini, bedenin ne kadarına daha imkan tanıdığını göstermek amaçlanır. Bu objeler birbirinden bağımsız 72 objedir: kırbaç, gül, bal, kuş tüyü, parfüm, kesici aletler, tabanca ve tek mermi… 6 saat boyunca izleyiciler Abramovic’e objeler ile müdahalede bulunmuş, onun konumunu değiştirmiş ve çoğu zaman yoğun şiddet içeren eylemlerde bulunmuşlardır. Performansın buna imkan tanıması sebebiyle bedenin daha ne kadar ileri gidebileceğini, sanatçının tüm bunlara ne kadar daha dayanabileceğini tartmaya çalışmışlardır.
“İzleyici seni öldürebilir, kendimi taciz edilmiş hissediyorum, elbiselerimi kestiler, karnıma gülün dikenlerini batırdılar, bazıları buna engel oldu. Agresif bir atmosfer ortaya çıktı. Ama 6 saat bittiğinde ve onlara doğru yürümeye başladığımda hepsi kaçmaya başladı. Gerçek bir yüzleşmeden korkuyorlardı.” Abramovic’e göre seyirciyle bir arada yapılan performans, medeniyetten çıkışa çok ince bir çizgi barındırır. Performansları, aslında insanlara izin verildiğinde medeniyetten nasıl koşarak çıkabileceklerini gördüğümüz tehlikeli alanı bizlere sunar. Sanatın amacı olarak insan doğasını afişe etmesini öne sürer ve Abramovic performanslarında sanatı insan doğasına meydan okuyan bilimsek bir deney gibi ele alır. Performansta duygusal bir yaklaşıma sahip olmak gereklidir, bu yaklaşım ile halk ve performans sanatçısı arasında enerji geçişi sağlanır. Performans sanatçısını bir savaşçı olarak ele alır. Nüfuz etme gücüne sahip olan sanatçı kendine ve kendi zayıflıklarına da nüfuz etmelidir. Gündelik olandan ve kendinden bağımsız biri değil aksine tüm benliği ile performansın ve eylemin içinde özne konumundadır.
Abramovic saçlarını büyük bir hışımla taradığı performansında kendi kendine “Sanat güzel olmalı, sanatçı güzel olmalı.” diyerek aslında sanatın mükemmeliyetçi yanının sanatçı üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu göstermektedir.
Fluxus Akımı Nedir?
1960’lar ve sonrasında avant-garde akım olarak ortaya çıkan Fluxus akımında amaç, sanatta devrimsel bir gelgitin oluşmasını sağlamaktır. Geleneksel sanatın karşısında yaşayan bir sanat sunar. Aslında bu bir karşı-sanat (anti-art) oluşumudur. Fluxus akımı, bu yönüyle Dadaizm ile ilişkilendirilebilir. “Her söylemek istediğimizi söyleyemediğimizde ölüyoruz. Geçen hafta kaç defa öldüğünün listesini çıkar. Yaşamak için ölmek gerekir.” Yoko Ono bu sözüyle aslında nefes vermek için nefes almak nasıl gerekliyse sanat için de gündelik yaşamın o kadar önemli olduğunu vurgulamak istemiştir. Sanattan ziyade hayatı değiştirmeyi amaçlayan Fluxus akımında durağanlığa karşı bir duruş sergilenir. Karşıt anlamlar bir arada bulunur, yaratmak için yok olma olgusu da gereklidir. Esas olan şey yıllar boyu süren bir yerinde durma değildir. Geçicilik ön plandadır, yaşamın akışında yerine durmak yerinde saymak olanaksızdır.
Fluxus; anlam olarak bakıldığında Latince’de flowing/ flowing out yani akış ve akma anlamına gelmektedir. Amaç gündelik objelerle, metinler ve imajlarla estetik kaygısı gütmeden ortaya bir şey çıkartmaktır. Sanatın burjuvaya ve burjuva zevklerine hitap etmesinin onu halktan ayırdığı düşünülmektedir. Fluxus kelimesini ortaya attığı düşünülen George Maciunas: “ Sanatı burjuva hastalıklardan kurtarmayı” amaçladıklarını söyler. Burada amaç sanatı, ölü, solmuş kısmından arındırmak ve devrimci yönünü ortaya çıkartmaktır. Fluxus akımına göre sanat gündelik yaşamdan, gündelik ve sıradan olandan bağımsız bir şekilde var olamaz. Hayatın kendisine dönmek, gündelik yaşamın yansıttıklarına odaklanmak temeldedir. Fluxus akımında, “tamamlanma” esastır. Zaman, mekan, imajlar gündelik olandan bağımsız değildir. Öznenin oluşumu için yaşamın kendisiyle ilişkisi olması önemlidir. Etkileşim süreklidir ve bu yönüyle sanat, yaşamdan ayrı düşünülemez.
Fluxus akımında geleneksel ölçek reddedilir, boyanın yalnızca tuvalde olmadığı, seyircinin yalnızca oturup izlemediği, belirli şekil ve formlardan bağımsız bir akımdır. Performans sanatlarında yansımasında önemli nokta “beden aracılığıyla oluşan” eylemlerdir. Performans sanatçıları genel olarak insan bedenini; cinsiyet, cinsellik, ırk, etnik köken, üreme hakları, kadın-erkek eşitliği, sosyal problemler, politik sorunlar, şiddet, güzellik gibi konuları temele alarak sorgulamıştır.
Süreç içerisinde gerçekleşip biterken bir sosyal mesaj vermek temel amaçtır. Performanslar toplum kurallarına aykırı, alışılmadık ve rahatsız edici olabilirler. Gelenekselin dışında doğaçlama olarak gelişmeye müsaittirler, her çeşit materyale açık ve özgürlüğü kısıtlanamazdır. Bu yönleriyle bakıldığında aslında eylemin tam olarak kendisini oluştururlar. Bu kavramsal sanat anlayışında, tekrarlanmayan bir performans oluştuğu için yeni bir alana basamak yaratmış olur. Fotoğraflanma ve video kayıt ile arşivlenme gerektirir, bu da bizleri “performatif belgeleme” alanına götürür. Sınırları yok eden düşünsel anlamı ortaya koyan sanat anlayışı “özgürlük ve özgürlüğe bakış” aşamasında eleştirilir. Buna rağmen günümüzde literatüre girmiş ve devamlılık gösteren bir alandır.