Çokkültürlülük Nedir?
Çokkültürlülük, bir toplumda birbirine paralel olarak ya da birbiriyle beraber bulunan farklı kültürler olarak tanımlanır. Kültürlerin kendi içinde homojen ve dışarıya kapalı bir şekilde tanımlandığı, gruplararası ilişkisel bir kültür anlayışından yola çıkılır.
Çokkültürlülük, hem modern demokrasilerdeki kültürel çoğulculuk gerçeğine bir cevap, hem de geçmişte kültürel gruplara yönelik yapılmış dışlama, ayrımcılık ve baskıyı telafi etmenin bir yoludur. Modern demokrasilerin çoğu, çeşitli kültürel bakış açıları, uygulamaları ve katkıları olan üyelerden oluşur. Çokkültürlülük, farklılıklara saygı duymayı sürdürürken, dominant kültürün asimilasyon baskısını durdurur ve toplumun farklı üyelerinin görüş ve katkılarının dahil edilmesini ister.
Geleneksel Liberalizm’e Meydan Okuyan Çokkültürlülük
Çokkültürlülük, liberalizme meydan okumaktadır. Liberal demokrasilerde “vatandaş” ın ortak kimliği, toplumun gerçek sosyal, kültürel, politik ve ekonomik konumlarından ve kimliklerinden soyutlanmalı ve tüm vatandaşlar yasal olarak eşit muamele görmelidir. Bu, vatandaşların kollektifliğini homojenleştirmeye, yani herkesin katıldığı ortak bir siyasi kültür varsayma eğilimine yol açar. Ancak bu soyut görüş; ırk, din, sınıf ve cinsiyet gibi vatandaş kategorisini aşan siyasi konuların kimliğinin diğer siyasi açıdan belirgin özelliklerini görmezden gelmektedir. Liberal demokratik görüşün vatandaşların resmi eşitliği iddiasında bulunmasına karşın, onların toplumda eşit olmadığı noktalara yeterince vurgu yaptığı da söylenemez. Çokkültürlülük, farklı kültürlerin birbiri ile karışarak tek bir ulusal kültür çatısı altında boy göstermesi yerine, birçok kültürün aynı çatı altında beraberce ve ayrı ayrı yer almasını savunur. Başka bir deyişle liberalizm homojenliği, yani tekliği desteklerken; çokkültürlülük heterojenliği, yani çokluğu destekler. Çokkültürlü anlayışta bireyler, toplumun tamamlayıcı ve tanınır unsurlarından biri olmakla beraber, toplumda yaşarlarken kendi özel kimliklerini korumaya ve bu kimlikleri ile yaşamaya devam edebilirler.
Bazı “daha radikal” çokkültürlü kuramcılar, bazı kültürel grupların, farklı kimlik ve katkılarının bütünlüğünü ve korunmasını sağlamak için tanınmaktan daha fazlasına ihtiyaç duyduklarını iddia ederler. Bireysel eşit haklara ek olarak, bazıları özel grup hakları ve bazı kültürel gruplar için özerk yönetimi savundular. Korunan azınlık kültürlerinin devam eden varlığı, sonuçta herkesin iyiliğine ve egemen kültürün zenginleşmesine katkıda bulunduğu için, bu teorisyenler; baskın bir kültürün asimilasyon baskılarına dayanamayan kültürlerin korunmasının, herkes için eşit hakların normal normuna tercih edilebileceğini, yani azınlık kültürlerinin korunmasının tüm bireyler için eşitlik hakkına yeğlenebileceğini savundular.
Çokkültürlülüğün Eğitime Etkisi
Çokkültürlülüğün sosyal ve politik alanları nasıl etkilediğinin bazı örnekleri batı edebiyatının genişlemesinde ve 20.yüzyılın son çeyreğinde süregelen diğer kanonlarda, özellikle de Avrupa ve Kuzey Amerika’nın müfredatının revizyonlarında bulunur. Temelden üniversite seviyesine kadar olan müfredat, azınlıkların ve ihmal edilmiş kültürel grupların katkılarını da içerecek şekilde revize edildi ve genişletildi. Bu revize süreci; beyaz Avrupalıların koloni güçlerinin katkılarının üzerinde gereğinden fazla durulan, fakat yerli halk ile siyahi halk tarafından yapılan katkıların öneminin vurgulanmadığı, böylece yanlış algılanan “Avrupa Merkezcilik” anlayışına yönelik bir düzeltme olarak dizayn edildi. Bu düzeltmeye ek olarak, kültürel grupların çeşitli alanlarda yaptıkları katkılar, daha önce göz ardı edilen katkıların özel olarak tanınması için müfredata eklenmiştir. ABD’de “Afrika Amerikan Tarihi Ayı” ve “Ulusal İspanyol Mirası Ayı”nın kuruluşu bu harekete bir örnektir. Azınlık bir kültürel gruba mensup olanların eserlerinin edebi, tarihi, felsefi ve sanatsal eserler kanonlarına eklenmesi, bütün olarak daha geniş bir kültüre, çokkültürlü katkıları tanıma ve dahil etme arzusunu yansıtmaktadır.
Çokkültürlülüğe Karşı İtirazlar ve Meydan Okumalar
Çokkültürlülüğe karşı iki ana itiraz vardır:
- Çokkültürlülüğün, belirli grupların menfaatini, kamu yararına göre ayrıcalıklı kılması. Böylece potansiyel menfaati azınlık çıkarları lehine aşındırmakta, sarsmaktadır.
- Çokkültürlülüğün eşit bireysel haklar kavramını baltalaması ve eşit muamelenin politik değerini zayıflatması.
Çokkültürlülük, hangi kültürlerin tanınacağı sorusu gibi başka soruları da gündeme getirmekte. Bazı teorisyenler, çokkültürlülüğün, kültürlerinin tanınması için yarışan bütün kültürel gruplar arasında bir rekabete yol açabileceği ve bunun egemen kültürün baskınlığını daha da güçlendireceği konusunda endişeli. Ayrıca, “kültürel grup” kimliğine odaklanmak, farklılıklar arasında ortaya çıkabilecek siyasi koalisyon hareketlerinin kapasitesini azaltabilir.
Çokkültürlülük: Birliktelik ve Paralellik
Wolfgang Welsch’in de belirttiği gibi Multikültürellik, yani Çokkültürlülük kavramı açıkça; sadece bir ve aynı devlet topluluğu içinde bulunup birbirinden farklılaşmış homojen kültürlere dayanıyor. Almanlar, İtalyanlar, Türkler ve Yunanlılar artık sadece eyaletlerde değil; Köln, Frankfurt ve Berlin’deki kültürler olarak da yan yana yaşıyorlar.
Çokkültürlülük kavramı bir toplumdaki kültürel gruplar arasında tolerans, hoşgörü, kabulleniş ve çatışmayı önleme esaslarına dayanıyor.
Politikada Çokkültürlülük
Çokkültürlülük, kimlik politikası ya da grup kimliğini, oluşumlarının temeli ve politik hareketlerinin odağı olarak alan politik ve sosyal hareketler ile yakından ilişkilidir. Bu hareketler, grup üyelerinin çıkarlarını artırmaya çalışır ve grup üyeleri için önemli olan konuları kamusal alana taşır. Çokkültürlülüğün aksine kimlik politikaları hareketleri, özellikle ortak bir kültürden ziyade, katılımcıların ortak kimliklerini temel alır. Bununla birlikte, hem kimlik politikaları hem de çokkültürlülük, tanınmak ve geçmişte yapılan eşitsizliklerin telafisi konusunda ortak bir talebe sahiptirler.
Çokkültürlülük, vatandaşlar, kamu idarecileri ve siyasi liderler için önemli sorular ortaya koyuyor. Aynı zamanda kültürel farklılıkların tanınmasını ve bunlara saygı gösterilmesini isteyerek, daha önce ezilen grupların katılımının nasıl arttırılacağı sorusuna olası bir cevap da veriyor.
Almanya’da Çokkültürlülük
Misafir İşçiler Vatandaş Oluyor
Çokkültürlülük, 1980’li yıllarda Almanya’nın toplumsal ve ekonomik durumunu açıklayan düşünce idi. Bu yüzden 60-70’li yıllarda açıkça görüldü ki, Almanya’ya çağırılan misafir işçiler, sadece “geçici işçi” olmak istemiyor, aynı zamanda Almanya’daki Alman toplumunda bir rol oynamak ve o toplumda yaşamak istiyorlardı. Bu yeni durum, sosyal süreçlere katılım ve bu süreçlere dahil olma konusunda bir tartışma ile sonuçlandı. Bu nedenle çokkültürlülük, Almanya’nın sosyal yapısının yeni uluslararasılığının bir terimle kavrama girişimidir.
Döner ve Türkler
Ne yazık ki bu tartışma Almanya’da çok hızlı bir şekilde ciddileşti ve kök-kültüre karşı üstün bir odak ile sınırlandırıldı. Çokkültürlülük aynı zamanda mutfak çeşitliliğinin keşfi ve farklı göç arka planlarına sahip insanların toplumsal etnikleşmesinin doğuşuydu.
Kültürlerin Yan Yana Duruşu
Almanya’da çokkültürlülük kavramı, “kültürlerin birlikte, yan yana yaşamasından” başka hiçbir şey ifade etmiyordu. Bu her ne kadar kültürlerin bir arada yaşama iddiasını sürdürse de, iki temel durumu formüle etti:
- Çokkültürlülük Almanya’da belli bir göç arka planına ve etnisiteye (etnik bir gruba aitliğe) sahip insanlar ile sınırlandı.
- Etnik gruplara, sözde kendi etnik özellikleriyle uyuşan sosyal alanlar tahsis edildi.
Spesifik olarak bu, “Türk”ün “Türk” olduğu ve böyle tepki göstermesi gerektiği anlamına geliyordu.
Dikkat çekici olan şudur ki, Türkler, kendilerini bunlardan kurtarmaları gerektiği düşünülen; kapalı, geleneksel bir aile formu ve ataerkil yaşam stilleri ve modern olmayan unsurlar ile ilişkilendirilmektedir. Bu durum aynı zamanda gösteriyor ki, Türkler kendilerini bunlardan, bu çıkmazdan, yalnızca dışarıdan yardım alarak kurtarabilir.
Kısıtlılık
Nevim Cil’in ifade ettiği gibi, yeni vatandaşlar bir kısıtlayış, bir himaye altına girme (Entmündigung) durumu ile karşılaştılar. Bu yeni vatandaşlar, eşit muhataplar olarak görülmediler, ancak ellerinden tutulacak küçük varlıklar olarak görüldüler.
Bu vatandaşların ellerinden tutularak yardım edilmesi durumu, çokkültürlülükteki yukarıda bahsedilen ikinci durumu gayet iyi tanımlıyor:
- Çokkültürlülük, her şeyden önce çoğunluk olan etnik grubun bireylerini “kazanan” taraf yapmaktadır. Azınlık grubun mutfak lezzetlerinden yararlanılır, gerekirse “yabancılar” için savunuculuk yapılır ve farklı kökenlere rağmen katılımın önemle vurgulandığı yeni bir toplum yaratma fikrine sıcak bakılabilir.
Çokkültürlü düşünce aynı zamanda, toplumun çeşitliliğinin farklı kültürel gruplara tolerans göstererek, kabul edilerek ve görselleştirilerek kutlandığı bir “Kültür Karnavalı” (bkz: KdK Berlin, Berlin’de her yıl düzenlenen bir kültür karnavalı) fikridir. Bu karnaval, karnavalı birlikte kutlayan ancak kendi içinde kapalı kalan ve birbirleriyle karışmayan kısmen egzotik grupların (güzel renkli, hoş, farklı vb.) bir arada, yan yana duruşudur.
Çokkültürlülük Eleştirisi
Türlerin korunması yönünde bir düzeni olan, bunu da yapay ve soyut çitler ile yapmayı amaçlayan kültürel çeşitlilik fikri, sorunlu bir fikirdir. Bu durumda ortaya verimsiz, çorak bir etnolojik çoğulluk, müzelik bir görüntü ortaya çıkar. Kültürel bir değiş-tokuş sürecinin devamlılığı, bunun yayılımına ve aynı zamanda bazı yaşam stillerinin ortadan kaybolmasına bağlıdır.
Paralel Toplum Düşüncesi Bile Paralel Toplumlara Neden Oluyor
Wolfgang Welsch, çokkültürlülük kavramının sosyal homojenliğe yönelik muhafazakar talepler karşısında ilerici olmasına rağmen, kültür anlayışında geleneksel kaldığını vurguluyor. Bu durum daha sonra, sadece iyi bir niyeti olan çokkültürlü düşünceyi, gerici eğilimleri desteklemesi için tehdit ediyor. Böylece kültürel kimliğe, gettolaşmaya ve kültürel köktenciliğe atıfta bulunuluyor, sonralarda ise “Alman Öncü Kültürü” gibi kavramlar tartışmalarda dile getiriliyor.
Farklı kökenleri olan insanlar, bir arada yaşama fikrine rağmen, ortaklaşa vurgulanmıyor, köken kültürünün aşırı vurgulanması yoluyla sonsuza dek yabancı komşular haline geliyor.
Çokkültürlülük fikrinin bazı eleştirmenleri, çokkültürlülük fikrinin “paralel toplumların” oluşumundan sorumlu olduğunu vurgulamaktadır:
Çokkültürlülük fikrinin unsurlarından biri olan Etnisizm, gereğinden fazla vurgulandığı için bir probleme yol açtı; Türkler, İtalyanlar, Yunanlılar ve misafir işçi olarak gelen diğer tüm gruplar, bu “etnisizm” vurgulamasının sonucu olarak bir “biz” formüle ettiler, çünkü onlar için halihazırda başka hiçbir sosyal ifade çerçevesi mevcut değildi. Bugün sözde “paralel bir dünyada” yaşadıkları için sorun olarak görülen kişiler, aslında tamamı ile çokkültürlülüğün öngörmüş olduğu düşünce tarzına uygun olarak davranıyorlar.
Transkültürelizm Karşısında Multikültürelizm (Çokkültürlülük)
Geleneksel “Tekkültür (Einzelkultur)” kavramının yanı sıra yeni “Kültürlerarasılık (Interkulturalität)” ve “Çokkültürlülük (Multikulturalität)” kavramlarının eleştirisi şöyle özetlenebilir:
Bu kavramların öne sürdüğü gibi, kültürler hala ada benzeri ve küresel olsalardı, bir arada olmalarından kaynaklanan problemler ya da işbirliği problemleri ne çözülebilir, ne de bunlardan kurtulunulabilirdi. Bununla birlikte, kültürlerin bugün küreler veya adalar (bkz: Herderischer Kulturbegriff, J.Gottfried Herder, kültürü dışarıya kapalı ve kendini diğer kültürlerden soyutlamış adacıklar olarak görür.) olarak tanımlanması, tanımlayıcı olarak yanlış ve normatif olarak yanıltıcıdır. Aslında, kültürler artık “homojen” ve “ayrı” biçimlerde değildirler. Bu transkültürelizmin (bkz: Kültürötesilik, Wolfgang Welsch günümüz modern toplumları için transkültürelizm kakavramını ortaya atmıştır, bu kavram artık tüm kültürlerin iç içe olduğunu ve birbirleri ile etkileşim, değiş-tokuş halinde olduklarını belirtir.) başlangıç noktasıdır.
Günümüzdeki tartışmalarda, çokkültürlülük terimi eskimiş ve çeşitlilik kavramından kopuk görünüyor.
(Welsch’in Transkültürelizm kavramı, günümüz kültür görüşünü anlatmakta daha başarılıdır ve Transkültürelizm üzerine yakın zamanda MİK Portal’a detaylı bir makale eklenecektir.)
Çokkültürlülük 2.0
Susanne Semmler, “Multikultur 2.0” adlı kitabında, kitabının önsözünde bahsettiği üzere “çokkültürlülük” kavramının, göçmen toplumlar üzerine yapışmış eski anlamını ve tanımını onların üzerinden kaldırmak istediği, daha dürüst ve yansıtıcı bir çokkültürlülük biçimine inanıyor:
Bu durumda kültür, uygulanan, her zaman yeniden kurulan ve icat edilen çokluk ve çeşitlilik olarak anlaşılmaktadır. Bu, aynı zamanda sadece göç edenler ve torunları için değil, bizim için de yeninin, çeşitliliğin ve çokluğun bir arada bulunduğu bir takım oyunu oluşturmakta ve bir çoğulculuğa sebep olmaktadır. Böyle bir bağlamda anlaşılıyor ki, konu Alman olmayanların Alman kültürüne entegrasyonu değil aslında. Bu süreçte tüm taraflar kendini değiştiriyor. Alman toplumu kendini yeniden yaratmalı! Serhat Karakayalı’nın sözleri ile:
“Alman olmak, kendini yeniden belirlemek, bir imkansızlıktır. Çokkültürlülük bu manada mevcut durumun tanımıdır. Bu mevcut çokkültürlülük konseptinin güncellenmesi, geliştirilmesi gereklidir.”
Artık vakit, postetnitik (etnisite, etnik sonrası) bir yüzyıla girmenin vaktidir.
Çeviri Yapılan Kaynaklar:
- Multikulturalität, Erişim: 05.05.2020, https://kulturshaker.de/kulturkonzepte/multikulturalitaet/
- Multiculturalism, Erişim: 05.05.2020, https://britannica.com/topic/multiculturalism