Bu yazı; 2022 yılı Ağustos ayında Türk-Alman Üniversitesi Kültür ve İletişim Bilimleri (KKW) lisans ile Uluslararası İletişim ve Medya Araştırmaları (ICMR) yüksek lisans bölümleri öğrencileri olarak Heidelberg Üniversitesi ile bünyesinde gitmiş olduğumuz yaz okulu programı dersleri kapsamında yazılmıştır.
Geçmişin sorumluluğunu alabilmek, geçmişle yüzleşerek mümkün hale geliyor. Bu yüzleşme, genellikle maddi ve manevi boyutlar ile biçimleniyor.
Bu yazıda ele alacağımız toplumsal hafıza (hatırlama kültürü), geçmişte haksızlığa uğratılan kişilerin anılarının yaşatılmasına odaklanıyor. Toplumsal hafıza konseptine baktığımızda da, aslında toplumun ortak hafızasını oluşturuan geçmişiyle karşı karşıya geldiğini görüyoruz.
Alman tarihçi Christoph Cornelißen, hatırlatma kültürünü estetik, politik veya bilişsel nitelikte olan, tarihsel olayların, kişiliklerin ve süreçlerin bellek biçimlerini anlatan çatı bir terim olarak kabul ediyor.
Jan Asmann, “Neyi unutmamamız gerekiyor?” sorusunun anılması gereken şeyleri işaret ettiğini öngörüyor. Hatırlatma kültürü, geçmişi günümüze karakteristik belgeler yoluyla taşıyor. Aslında bu noktada dökümantasyonun önemini görmek mümkün. Bu belge kimi zaman bir eşya, kimi zaman bir fotoğraf olabilir.
Mesela, Belçika Kralı 2. Leopold’ün Kongo’da kauçuk ve fildişi için sömürdüğü Kongo’da yaşananların ortaya çıkması, 1900’lerin başında gazeteci Edmund de Monel tarafından düzenlenen kampanyaların fotoğrafların sayesinde oldu.
Hatırlama kültürü, Aleida Assmann’ın bakış açısına göre üç şekilde ortaya çıkıyor:
Yaygın bir anma kültürünün bir dezavantajı ise, bu kültürde belirgin olmayan unsurların unutulmaya yüz tutmasıdır.
Hatırlama kültürü, toplumun kolektif hafızasının genel olarak mezarlar, heykeller, mozoleler gibi sanat eseri biçimlenmesiyle karşımıza çıkıyor.
Mesela, Türkiye’deki bariz bir örnek olarak, Kabataş’ta mevcut. Grafik tasarımcı, müzisyen ve sanatçı Vahit Tuna, Meclis-i Mebusan Caddesi’nde bir kahve zincirinin sanat duvarı platformu olarak kullandığı duvarına, kadın cinayetlerine dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak için 2018 yılında hayattan koparılan 440 kadını temsilen 440 çift kadın ayakkabısı astı.
Almanya’dan bir örnek olarak ise, yaz okulunda eğitim aldığımız Heidelberg Üniversitesi Germanistisches Seminar binasında minik bir anıt gördük. Bu anıt, 1933 yılında Naziler tarafından sakıncalı bulunan yazarların kitaplarının yakıldığı meydanı hatırlatma amacı güdüyor.
Hatırlama kültürünü öznel bir boyuta ingeyecek olursak, aile albümleri, soy araştırması gibi nesnelerle karşılaşırız. Kamu yararının söz konusu olduğu durumlarda hatırlatma kültürü resmi kültür varlıkları ve kültürel anıtlar ile hayata geçer.
Arşivlerden ortaya çıkan bulguların bilimsel makaleler gibi hatıra yayınlarında yer alması da hatırlama kültürünün bir yansımasıdır. Keza, arşivler, kamu dökümantasyonu ve medya temsili de bunun bir biçimidir.
Yaz okulumuz kapsamında ziyaret ettiğimiz Dokumentations- und Kulturzentrum Deutscher Sinti und Roma (Alman Romanları Dökümantasyon ve Kültür Merkezi) bunun örneklerindendir.
Savaş anıtları gibi insanları veya tarihi olayları hatırlatma amacı güden anıtlar, kamusal kültürü oluşturan ögelerdendir.
Avrupa genelinde, devletler anıtlara maddi ve manevi olarak destekte bulunur. Ayrıca hatırlama kültürü, ulusal anma günlerindeki ritüelleri belirleyen, onlara kimlik oluşturan veya onların kimliğini koruyan bir faktör olarak ele alınabilir.
Hatırlatma kültürünün gündelik yaşantıda hayat bulduğu diğer alanlar da oldukça geniştir: Cadde ve bina isimleri, madeni paralar, pullar gibi…
Siyasal iktidar anlayışlarının değişmesi, kamunun kolektif bilincini ve tarih algısını – dolaylı yoldan ise ulusal kimliği etkileyen bir faktördür.
Siyasal iktidarlar, “modası geçmiş” sistemler, sosyal gelenek veya göreneklerin güncelle bağını kesmek amacıyla, kimi zaman anıtları meşru kılmak amacıyla onları kullanabilir veya onlara ek semboller ve işaretler getirebilir, kimi zaman ise onların işlevini değiştirebilir.
Almanya’nın geçmişiyle yüzleşmesine bakılacak olursa, Holokost’u anma kültürünün özel bir yeri olduğu söylenebilir. Aleida Assmann, bunun savaş sonrası dönemde iki aşamada gerçekleştiğini savunmaktadır:
Holokost’un anma yerleri, sıklıkla eski toplama kamp alanlarıdır. Ayrıca, soykırım mağdurlarının toplama kampına götürülmeden önceki ikamet adreslerine koyulan dünyanın en büyük merkezi olmayan anıtı olarak kabul edilen tökezleme taşları (die Stolpersteine) da Holokost’u hatırlama kültürünün bir başka formudur. 1992’de Gunter Demnig tarafından başlatılan “Tökezleme Taşları Projesi”, Almanya ve 29 Avrupa ülkesinde yer almaktadır.
Holokost mağdurlarının çoğunun artık hayatta olmaması, küçük ve merkezi olmayan anıtlar, eski sinagoglar, eski Yahudi okulları gibi geleneksel ritüel nesneleri önem kazanmıştır. Bunların ortaya çıkartılmaları ve varlıklarını sürdürebilmeleri ise genellikle yerel ölçekte gönüllü faaliyetleri ile mümkün olmuştur.
Ayrıca, kültür hakkında daha çok bilgilenmek istiyorsanız yazarımız Rabia Gül Yazar’ın yazısı “Kültür Nedir?”i buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
Bu yazı en son şu tarihte düzenlendi 1 Aralık 2022 13:34
Okuyucular ne diyor?