Bir devinimin, bir gücün, bir davranışın derecesi, yeğinlik, sertlik.
Bir devinimden doğan güç.
Aşırılık, yeğinlik. (duygu ya da davranış için)
“Sevgisinin şiddetiyle, gerçeği göremez olmuştu.”
Karşıt tutumda, görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma, sert davranma, sertlik.
Şiddet kelimesi köken olarak Arapça ‘şidda’ kelimesinden gelmektedir. Şidda, “sertlik, katılık, yoğunluk” anlamındadır.
Şiddet aile içerisinde başlamaktadır. Çocuğun ilk işlendiği yapı olan aile kurumu içerisindeki ilişkiler çocuğun hareketlerini ve dolayısıyla karakterini şekillendirmektedir. Çocuğun gelişme sürecinde, öncelikle ailenin etkili olduğu, bazı kültürel kodlar oluşmaktadır. İlerleyen süreçte tüm bu kültürel kodları çocuğun eylemlerinde de görmek mümkündür. Şiddetin normalleştirildiği ailelerde çocukların da ilerleyen yaşamda şiddete meyilli ve şiddete duyarsızlaşmaya daha müsait olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun yanında aile içerisinde kadın ve erkek yetiştirme şekilleri birbirinden oldukça farklıdır. Kadın, pasif, edilgen konumlandırılmaya yöneltilmiştir. Sosyal açıdan yalnız olduğu ve döngü içerisinde sürekli devam eden bir Sorumluluk/ Hizmet bilinciyle yetiştirilir. Aile kurumu içerisinde kendisine söylenen, kendisinden beklenen en basit şeyi yerine getirmediği takdirde bu durum dolayısıyla kendisini suçlu hissetmesi istenir. Devam eden süreçte bu durum, şiddete uğrayan kadınlarda saldırganın tutumunun kendi hatasından kaynaklanmış olabileceği söylemini doğurur. (Kocası tarafından şiddete maruz kalan kadınların birçoğunun “hak ettiğini” düşünmesi ve şikayetçi dahi olmamasını örnek olarak gösterebiliriz.)
Bu konuda en önde gelen nedenlerinden birinin erkek egemen aile yapısından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Şiddet dediğimiz kavram, toplumsal yapılardan ve kültürden etkilenir hatta bazı durumlarda bu şiddet, kültürel olarak meşru dahi görülebilmektedir. Yetiştirme şeklinin farklılığından kaynaklanan bu ayrım, erkeğin şiddeti kendisine hak olarak görmesine sebebiyet vermektedir.
Bu kavramının geçmişteki yansımalarına bakacak olursak şiddetin, Antik Yunan kültüründe bir heyecan ögesi olduğunu görebiliriz. Aslında şiddet, modernite öncesi toplumlarda her yerde hazır ve nazır bir şekilde bulunmaktaydı. Bunun yanında gündelik hayatın da bir parçasıydı. Bu dönemlerde yalnızca fiilen şiddet uygulanmakla kalınmaz, bunu seyirlik haline de getirirlerdi. “ Şiddet bana haktır.” sözünden de anlayabileceğimiz gibi şiddet iktidarın mührünü oluşturuyordu ve hükümdar iktidarını öldürme fiili üzerinden ilan ediyordu. Kamusal alanlarda kanlı seyirlikler, iktidarın haşmetini kurgulamanın yanında, şiddet ve şiddetin teatral bir şekilde sahnelenişi iktidarın ve hegemonyanın aracı olmaktaydı. Yalnızca kitlelerin saldırganlık duygusunu yatıştıran bir kitlesel eğlenceden ibaret değil, politik anlamda da çok kuvvetliydi.
Modernleşme süreci ile birlikte, şiddet “gösteri mekanı” olmaktan çıkmaya başlamış ve infazlar artık kamuoyundan uzakta özel alanlarda gerçekleştiriliyordu. İktidar artık ölümü gösteri haline getirmiyordu. Teatral bir sahne, yerini kamplara bırakmaya başlamıştı. Kampların mekan olarak seyirlik bir infazdan ve hapishaneden farkı, bir kaybolma, kaybettirme yeri olmasıydı.
Modernite ile şiddet artık dönüşüme uğramış ve politik ve toplumsal iletişimin parçası olmaktan çıkmıştır. Görünürden görünmeze, apaçıktan mahreme, fizikten psişiğe, askeriden medyatiğe kaymıştır. Şiddetle yüz yüze gelerek açıktan bir saldırma ile değil, bulaşarak enfeksiyon ile kendisini göstermektedir. Saldırmaktan çok bulaşan bir virüs gibidir, zehirlidir ve tenin altına nüfuz eder ama hala bir olumsuzluk şiddetidir. Fiziksel değil, bilinç üzerinden bir cezalandırma ile şiddet uygulanmaktadır.
Şiddeti düşündüğümüzde bunu yalnızca modern toplumlara hasretmek, tarihin geçmiş dönemlerinde farklı yapısal özelliklere sahip toplumsal deneyimlerde yaşanan şiddeti görmemek ya da üstünü örtmek anlamına gelir. Fakat buradaki çabamız günümüz toplumlarında olgusal olarak yaşanan şiddete görsellik ve detay katarak şiddete meyilli birey ya da grupların zihinsel ve eylem dünyalarına şiddet unsurları taşıyan, şiddete başvurma durumunda kullanabileceği “görüntü” ve “bilgileri” yaşanmış şiddet eylemlerinden “aktararak kodlayan”, toplumsal yapıda şiddete yönelik algıda “olağanlaştırıcı” “normalleştirici” bir dalganın yayılmasına olanak tanıyan bir işlevle kitle iletişimin değerlendirilmesidir.
Küreselleşme süreciyle birlikte sınırlar ve farklar ortadan kalkıyor ancak bu olumsuzluğun azalması, şiddetin ortadan kalkması anlamına gelmiyor, çünkü bu süreçte olumsuzluğun şiddetinin yanında olumluluk şiddetini de deneyimlemeye başlıyoruz.
Olumluluk/ Olumlama edimi; düşüncelerimizi basit, kısa ve güçlü ifadelerle söyleme, duyma düşünme ve bu yolla gerçeklik yaratma durumudur. Olumluluğun şiddeti her türlü düşmandan ve iktidardan yoksun gerçekleşmektedir.
Olumluluğun kitleselleşmesi, aşırı performans, aşırı üretim, aşırı iletişim şeklinde ortaya çıkar ve kendini hiper dikkat ve hiper aksiyon şeklinde gösterir.
Bahsetmiş olduğumuz “olumluluğun şiddeti” durumunda şiddetin kelime anlamında da görebileceğimiz gibi bir “aşırılık” söz konusudur. (Aşırı üretim, aşırı randıman, aşırı tüketim, aşırı iletişim ve aşırı haber.) Tüm bunlar psikolojik-nöronal sistemi zorlamaktadır. Genel iletişim içerisinde haber istilası, insanın tüm savunma güçlerini zorlamaktadır.
Olumluluğun şiddeti altında haber istilası, enformasyonda araç ve amaç bağının kopmasıdır. Araç artık sınırı ve sınırlandırılmasını gözetmez. Kendine referanslı ve ölçüsüz hale gelir. Enformasyon üretiminde büyümenin önü alınamaz duruma gelir. Çok fazla üretim olur, birikir ve işe yarayacak bir vakitleri kalmaz, kişilerin bu enformasyonu okuyacak zamanları olmaz. Tüm enformasyonlar kişinin duyularına hitap eder ve bu “fazlalık, aşırılık” duyularda tahribata sebep olur. Şiddetin olumlanmasından görebileceğimiz üzere, olumluluğun şiddetinin de en az olumsuz anlamda şiddet kadar zararlı olabileceği görülmüştür.
Günümüzde “şiddet” kelimesini duyduğumuzda ilk olarak “olumsuz” anlamı ve bunun yanında yoğun bir şekilde karşılaştığımız “Kadına yönelik şiddet” teması akıllarımızda canlanacaktır. Şiddet maalesef ki pek çok kişi tarafından ancak hastaneye gitmekle sonuçlanması halinde “şiddet” olarak algılanmaktadır. Ancak şiddeti yalnızca fiziksel yönüyle algılamak hatalı bir yaklaşımdır. Şiddetin sözel, psikolojik, cinsel ve ekonomik boyutları da vardır. Bunun yanında modern toplumlarda teknolojik gelişmelerle birlikte oldukça fazla maruz kaldığımız bir olumluluk şiddetinden de bahsetmemiz mümkündür.
Bildiğimiz üzere, kitle iletişim araçlarının etkililiği konusu, iletişim bilimleri açısından yıllardır önem taşımaktadır. Kitle iletişim araçları – özellikle televizyon– kültür düzeyi düşük olan sanat etkinliklerine fazla katılamayan kişilere seslenen en yaygın araçlardır. Özellikle televizyon insanı, kitle iletişim araçları vasıtasıyla karşılaşmış olduğu her türlü şiddeti kanıksamış duruma gelmiş, zaman içerisinde şiddet insanlar için olağan, onaylanmış ve günlük hale getirilmiştir.
Bu süreçte yeni bir tipi oluşmuştur; şiddete karşı duyarsızlaşmış, insani değerlere uzaklaşmış, yabancılaşmış, en adi şiddeti kendi yakınlarına bile uygulamaktan kaçınmayan, şiddet eğilimli duygu yoksunu bir insan tipini meydana gelmiştir. Bunun sebebi artık öznenin yalnızca üretim, tüketim ve başarı, kazanç odaklı bir döngüye girmiş olmasıdır. Başarı ve performans odaklı toplumda birey kendini sömürmeye başlar. Başarıya odaklı özne kendini tamamen tüketene kadar sömürecektir. Tüm bu süreçte kişi, kendine uyguladığı şiddete de duyarsızlaşmış olur.
Fakat kitle iletişim araçları üzerinden yayılan bu ‘’şiddet’’ dalgasını önlemek zaman içerisinde mümkündür. Öncelikle kitle iletişim araçları, şiddet konusunda duyarlı olmalıdır. Medyanın bu konuda en önemli rolü; vakaları sansasyonel hale getirmeden, olduğundan farklı göstermeden toplumu bilgilendirmektir. Erkek kadın arasında adalete dayanan toplumsal sorumluluk ilkesi çerçevesinde yayınlar yapılmalıdır. Cinsel baskı, tecavüz, istismar kitle iletişim araçları vasıtasıyla yasallaştırılmamalıdır.
Medyada şiddet sergilenirken, yayıncılık başlı başına bir şiddet eylemine dönüşmemelidir. Medya gruplarının ‘şiddet’ temasını verirken, bu enformasyondan ‘Hangi kurum daha çok kazanç sağlar?’ sorusu yerine ‘İnsanlara bu kavram nasıl daha doğru verilir?’ sorusuyla ilgilenmeleri gerekmektedir. Medyada önlenmesi gereken, belirli bir yarışa dönüşen “şiddetin yansıtılması” için başlı başına bir şiddet uygulanması durumu bitirilmelidir. Yasal düzenlemeler açısından kanun, çoğunlukla “şiddet sonrası” yapılan başvurulara yöneliktir. Burada öncelikle dikkat etmemiz gereken şiddet öncesi neler yapabileceğimizdir.
Medyada şiddetin tamamen önüne geçme düşüncesi aslında idealize edilmiş bir düşüncedir. Bunun için tüm toplumsal kodlamaların önüne geçmek gerekecektir. Şiddetin önlenmesinde yazılı ve görsel basına destek sağlayıcı çalışmalar yapılmamıştır. Bu sebeple öncelikle yazılı ve görsel medyada öncelikle düzenlemelere gidilmelidir.
Kitle iletişim araçlarında kadınların birçoğunun ekonomik özgürlüğünün olmaması gibi temalardan uzaklaşmak gereklidir. 21. yüzyılda artık okuyan ve bilinçli bir toplumda olduğumuz olgusu kabul edilmelidir. Erkeklerin başarıları yanında kadınları yok sayan içeriklerden vazgeçilmelidir. Bunun yanında yanlış kadın imajları yaratmaktan kaçınılmalıdır. (Boşanmış imajının toplumda yanlış algılanması, kadının dizi sektöründe yalnızca entrika aracı, zengin oğlan fakir kız etiketi ile ekonomik güçsüzlüğün vurgulanması, kadına her alanda baskı uygulanabiliyor olması fiziksel şiddet yanında sözlü, kadının yapamayacağının gösterilmesi gibi…)
Şiddeti topluma gösterirken bunun bir güç ögesi olarak lanse edilmesinin önüne geçilmelidir. Başta da bahsettiğimiz gibi şiddet bir “aşırılık” durumudur. Kişiye yönelik şiddet ile zarar verme/ verebilme ediminden kaçınılmalıdır. Kitle iletişim araçları kendisini buna göre düzenlemeli ve insanları şiddet türevlerine karşı uyarıcı bir rol üstlenmelidir.
KAYNAKÇA:
Han, Byung-Chul, 2016, Şiddetin Topolojisi, Metis, Berlin.
Şen, Selma ve Sevil, Ümran, (2007), Gazetelerde Aile İçi Şiddet, Kadın Çalışmaları Dergisi, Cilt 2 (4), 6-13
Batı, Uğur, (2007), Kelebek Etkisi: Televizyonun Aile İçi Şiddet Oluşumundaki Etkisini Sorgulamak, Kadın Çalışmaları Dergisi, Cilt 2 (4), 14-19
Parin, Suvat, (2007), Şiddetin Fotoğrafı: Yazılı Basının Şiddet Konsepti Üzerine Sosyolojik Bir Çözümleme, Kadın Çalışmaları Dergisi, Cilt 2 (4), 48-55
Ekizceleroğlu, Rengül ve Zeyrekli, Sedef, (2007), Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri ve Sonuçları, Kadın Çalışmaları Dergisi, Cilt 2 (4), 64-71
Ertürk, Yakın, (2007), İleriye Bir Adım Daha Atabilme Cesaretini Göstermemiz Gerek, Kadın Çalışmaları Dergisi, Cilt 2 (4), 86-94
Bu yazı en son şu tarihte düzenlendi 28 Temmuz 2021 20:41
Okuyucular ne diyor?
Çok bilgilendirici ve faydalı bir makale olmuş. Ellerine emeğine sağlık.
Aydınlatıcı, zihin açıcı, tebrikler.